Friedrich Merz, CDU/CSU
Almanya’da 23 Şubat 2024 tarihinde yapılacak seçimler öncesinde gerçekleştirilen son anketler, Hristiyan Demokrat Birlik (CDU) ve Bavyera eyaletindeki Hristiyan Sosyal Birlik (CSU) partilerinin oluşturduğu CDU/CSU’nun sandıktan zaferle çıkma olasılığının yüksek olduğunu gösteriyor. CDU/CSU’nun başbakan adayı olan Friedrich Merz’in, mevcut Başbakan Olaf Scholz’tan koltuğu devralması bekleniyor. 69 yaşındaki Merz, memleketi Kuzey Ren-Vestfalya’nın Sauerland bölgesinde büyümüş bir Katolik ve hukukçu bir geçmişe sahip. 1989 yılında, 33 yaşındayken Avrupa Parlamentosu’na seçilen Merz, beş yıl boyunca Avrupa siyasetinde deneyim kazandıktan sonra Federal Alman Meclisi’nde aktif siyasete devam etti. O dönemde etkili bir konuşmacı olarak tanınan Merz, iki farklı siyasi dönem yaşamıştır: eski Başbakan Angela Merkel’den önce ve sonrasında.
Merkel, 2002 yılında CDU/CSU meclis grubunun başkanlığını devraldıktan sonra, Merz’in daha muhafazakâr görüşleri nedeniyle aralarındaki ilişkiler gerginleşti ve Merz, siyasetten bir süreliğine uzaklaştı. Siyasi kariyerine ara verdikten sonra özel sektöre geçiş yapan Merz, 2005-2021 yılları arasında uluslararası bir hukuk bürosunda görev aldı. 2016-2020 yılları arasında ise dünyanın en büyük yatırım yönetimi şirketlerinden biri olan BlackRock’ın yönetim kurulunda yer aldı. Bu süre zarfındaki lobicilik faaliyetleri, Merz’e yönelik eleştirilerin temel sebeplerinden biri haline geldi.
Merkel’in başbakanlığa aday olmamasıyla birlikte 12 yıllık bir aranın ardından 2021 yılında Federal Meclis’e geri dönen Merz, CDU liderliğine aday olmasına rağmen iki kez genel başkanlık seçimlerini kaybetti. Ancak 2022 yılında gerçekleştirdiği üçüncü denemede, CDU’nun yeni genel başkanı olmayı başardı. Eylül 2024’te CDU ve CSU, Merz’in başbakan adaylığı konusunda uzlaşmaya vardı. Merz, bir odaya girdiği anda dikkatleri üzerine çeken, cana yakın ve espritüel bir kişilik olarak biliniyor. Ancak, tartışmalarda ve sohbetlerde zaman zaman kendisinden daha alt konumda olan kişilere tepeden bakma tavrı, onun için dezavantaj oluşturuyor. Özellikle kadınlar arasında olumsuz bir imajı olduğu da sıkça dile getiriliyor. 1990’lı yıllarda kürtaj yasasının serbestleştirilmesi yasasına karşı oy vermesi ve 1997’de evlilik içi tecavüzün ceza kapsamına alınmasına yönelik önergeye hayır demesi, Merz’in siyasi geçmişinde sorun yaratan kararlar arasında yer alıyor.
Bugün, partinin muhafazakâr kanadını temsil eden Merz, nükleer enerji kullanımını, bürokrasinin azaltılmasını ve daha liberal bir ekonomi politikasını savunuyor. Ancak, seçimlere haftalar kala Merz’in Almanya gündeminde en çok dikkat çeken konu, göç politikaları oldu. Daha sert bir göç ve iltica politikası talep eden Merz, “yabancılarla mevcut olan sorunlardan” sıkça bahsediyor. 2023 yılında verdiği bir röportajda, Almanya’daki Müslüman kökenli çocuklar için “küçük paşalar” ifadesini kullanarak büyük tepki topladı. Ocak ayının sonunda, iltica ve göç politikalarının sertleştirilmesine yönelik önergesi, aşırı sağcı Almanya İçin Alternatif (AfD) partisinin desteğiyle meclisten geçince, Merz, Alman toplumunun sert tepkisiyle karşılaştı. Bu durum, Merz’e yönelik eleştirileri artırdı ve birçok kesim tarafından aşırı sağın normalleştirilmesi gibi suçlamalara maruz kalmasına neden oldu.
Merz’in bu politikaları, ülke genelinde protestoların düzenlenmesine yol açtı. Ancak son anketler, bu gelişmelerin ardından Merz’in oy kaybına uğramadığını göstermektedir.
Olaf Scholz, SPD
2021 yılı genel seçimlerinde CDU/CSU’nun başbakan adayı Armin Laschet’in yaptığı hatalar, Sosyal Demokrat Parti (SPD) lideri Olaf Scholz’un başbakanlık koltuğuna oturmasına olanak sağladı. Ahr bölgesinde meydana gelen sel felaketinde Laschet’in Cumhurbaşkanı Frank-Walter Steinmeier’in konuşması sırasında arka planda gülümserken görüntülenmesi, Birlik partilerinin seçimi kaybetmesinin önemli nedenlerinden biri oldu. O dönemde anketlerde yüzde 15’lik bir oy oranına sahip olan Scholz’un partisi SPD, 2021 seçimlerini oyların yüzde 25,7’sini alarak kazanarak hükümeti kurdu. SPD, Yeşiller ve Hür Demokrat Parti (FDP) ile koalisyon oluşturdu. Ancak Scholz, görev süresini tamamlayamadı. 2025 yılı sonbaharında yapılması gereken seçimler, koalisyonun dağılması üzerine 23 Şubat’a çekildi. Son yıllardaki anketlerde popülaritesini kaybeden Scholz’un, SPD’nin başbakan adayı olması birçokları için sürpriz oldu. Anketlerde “Almanya’nın en sevilen politikacısı” unvanını kazanan Savunma Bakanı Boris Pistorius’un aday gösterilmesi yönündeki talepler, parti içinde ve dışında yükselmesine rağmen, SPD yine de Scholz’u aday göstermeyi tercih etti. Bu şartlar altında SPD, anketlerde CDU/CSU ve AfD’nin arkasında üçüncü sırada yer alıyor.
Olaf Scholz, SPD içinde uzun yıllardır siyaset yapmaktadır. Siyasete adım attığı ilk yıllarda, SPD’nin gençlik kolları Jusos’un genel başkan yardımcısı olarak radikal sosyalist ve kapitalizm karşıtı tezleri temsil etti. 1975 yılında katıldığı SPD’nin adayı olarak, 1998’de ilk kez federal meclise seçilen Scholz, Hamburg’da kendi hukuk bürosunu kurdu ve girişimci olarak edindiği deneyimle sosyalist tezleri savunmayı bıraktı. İlk deneyimlerini Hamburg Eyaleti İçişleri Senatörü olarak elde eden Scholz, 2002-2004 yılları arasında SPD Genel Sekreteri olarak görev yaptı. Duygularından uzak, bürokratik ve teknokratik bir dil kullanması nedeniyle o dönemde Alman basını tarafından “Scholzomat” lakabı ile anıldı.
İlk Merkel hükümetinde Çalışma Bakanı olarak görev yaptıktan sonra, Hamburg Belediye Başkanı olarak da uzun yıllar görev aldı. Son Merkel hükümetinde ise Maliye Bakanlığı görevini yürüttü. Scholz, SPD olarak emekli maaşı garantisi, aileler ve normal gelirlilere mali destek gibi klasik sosyal demokrat vaatlerle seçmenin oyunu kazanmayı hedefliyor. Ekonomiyi canlandırmayı vaat eden Scholz, dış politikada ise sağduyu ve Ukrayna’ya silah yardımlarının sürdürülmesi sözünü veriyor. Rusya’nın Ukrayna’yı işgale başlamasıyla, Scholz başbakanlık koltuğunda henüz üç aydır oturuyordu. Savaş başlamadan önce Ukrayna’ya silah yardımı yapmayı reddeden Scholz hükümeti, Rusya’nın saldırısının ardından geleneksel tutumunu değiştirdi ve savunma harcamalarını artıracak adımlar attı. Scholz’un meclis kürsüsünde yaptığı “çağ değişimi” açıklaması, hafızalarda yer etti. Özellikle Alman ordusuna 100 milyar euroluk özel bir bütçe ayrılacağını duyurması, tarihi bir karar olarak kaydedildi.
Ancak Scholz’un başbakanlık dönemine, Almanya’da alışılmadık ölçüde yüksek enflasyon, enerji krizi ve aşırı sağın eyalet seçimlerindeki başarısı gölge düşürdü. Tüm bu olumsuz gelişmelerden Rusya’yı sorumlu tutan Scholz, buna rağmen azalan seçmen desteği, toplumun kendisiyle aynı fikirde olmadığını gösteriyor. Fikir ayrılıkları, sadece toplum ile SPD arasında değil, koalisyon ortakları arasında da yaşanıyor. Scholz’un FDP lideri ve Maliye Bakanı Christian Lindner’i görevden alması, koalisyon hükümetinin dağılmasına yol açtı.
Anketlere göre seçmen desteğini kaybetmiş olmasına rağmen Scholz, başbakan olacağına dair inancını sık sık dile getiriyor.
Robert Habeck, Yeşiller
Scholz hükümetinde Ekonomi ve İklim Koruma Bakanı ve Başbakan Yardımcısı olarak görev yapan Robert Habeck’in son üç yılı oldukça hareketli geçti. Aralık 2021’de bakan olarak göreve başlayan Habeck, kısa süre içinde kendisini bir enerji krizinin ortasında buldu. Rusya’nın Ukrayna’ya yönelik savaşının başlamasıyla birlikte Almanya’nın enerji politikalarını yeniden şekillendirmek zorunda kalan Habeck, Rus doğalgazına bağımlılığı azaltmak için çeşitli adımlar attı. Enerji krizine çözüm bulmak amacıyla Katar’a giden Habeck, yenilenebilir enerjiye daha fazla yatırım yapılması için de çaba gösterdi.
Yaşanan enerji krizine rağmen Almanya’nın nükleer enerjiden tamamen vazgeçme kararından dönmemesi, başta CDU lideri Merz olmak üzere muhalefetin ve bazı toplumsal kesimlerin tepkisini çekti. Ülke büyük bir enerji krizinin içindeyken, sürdürülebilirlik ve yenilenebilir enerji konularındaki iddialı planlarını sürdürdükleri için Yeşiller, eleştiri oklarının hedefi oldu. Güncel anketlerde yüzde 12 ila 14 oranında oy alan Yeşiller, dördüncü sırada yer alıyor. Habeck, 2022’nin Mart ayında verdiği bir mülakatta, “Popüler olmayan, zorlu kararlar vermek zorunda kalacağımı hep biliyordum. Belki çoğunluğu dahi bulamayacak olan ama ülke için doğru kararlar oldukları için verilmesi gereken kararlar.” demişti.
Habeck’in toplum nezdindeki popülaritesini artıran faktörlerden biri, Ukrayna savaşının başlangıcında yurttaşlara durumu açıkça aktarması oldu. Ekonomideki değişiklikleri ve artan fiyatları dile getirerek, toplumun buna hazırlıklı olması gerektiğini vurguladı. Bu ifadeleri, olumsuz olmalarına rağmen, Habeck’in dürüstlüğünü artırdı. Habeck’in siyasi kariyeri, 1969 yılında Almanya’nın Lübeck kentinde doğmasıyla başlıyor. Edebiyat ve felsefe eğitimi aldıktan sonra Hamburg Üniversitesi’nde akademisyen ve yazar olarak görev yaptı. Eşiyle birlikte çocuk kitapları ve polisiye romanlar yazdı. Siyasi kariyerine 2009 yılında Yeşiller partisine katılmasıyla adım attı ve Schleswig-Holstein eyaletinde yükselmeye başladı. 2012-2018 yılları arasında bu eyalette Çevre, Tarım ve Enerji Bakanı olarak görev yaptı. 2018 yılında, Annalena Baerbock ile birlikte Yeşillerin eş başkanlığına seçildi ve partiyi merkez siyasete daha yakın bir konuma taşıyarak halk desteğini artırdı. 55 yaşındaki Habeck, Kasım ayında yapılan kurultayda oyların yüzde 96’sını alarak partisinin başbakan adayı oldu. Ancak Yeşiller, 2021 seçimleri öncesinde mevcut olan “Yeşil dalga” trendinden oldukça uzakta görünüyor. Seçimden sonra yazarlığa geri dönmesi pek olası görünmüyor; zira Yeşiller, kurulacak yeni hükümette yer almayı hedefliyor ve muhtemelen CDU/CSU ile koalisyon kurmaya sıcak bakıyor.
Alice Weidel, AfD
Almanya’daki aşırı sağcı Almanya İçin Alternatif (AfD) partisinin başbakan adayı Alice Weidel, Almanya siyasetinde dikkat çekici bir figür. Weidel, partisinin meclis grubundaki 69 erkek milletvekilinden sadece 9’unun kadın olmasıyla dikkat çekiyor. Bu durum, AfD’yi kadınların en az temsil edildiği parti konumuna getiriyor. Ancak Weidel, parti ve meclis grubunun yönetiminde önemli bir rol üstleniyor ve Tino Chrupalla ile yönetimi paylaşıyor.
AfD, 2017 yılındaki seçimlerde yüzde 12,6’lık oy oranıyla meclise ilk kez girdi. 2021 seçimlerinde ise oyların yüzde 10,3’ünü alarak dikkatleri üzerine çekmeyi başardı. 2025 seçimleri öncesinde yapılan anketlere göre AfD’nin oy oranı yüzde 20 ile 22 arasında değişiyor. Bu artış, Scholz ve Habeck’in yönettiği hükümete karşı toplumda oluşan tepkilerin bir yansıması olarak değerlendiriliyor. AfD, geçen yıl Hessen eyalet seçimlerinde oyların yüzde 18,4’ünü, Thüringen seçimlerinde ise yüzde 32,8’ini alarak önemli bir başarı elde etti. Diğer tüm siyasi partiler, AfD ile koalisyon kurmayacaklarını açıkladı. Ancak Merz, kendisine yönelik protestoların ardından AfD ile iş birliği yapmayacağını sıkça belirtmek zorunda kalırken, Weidel, Merz ile iş birliğine sıcak baktığını ifade ediyor. Anketlerdeki oy oranları, kendilerine hükümette yer alma görevinin verildiğini düşündürüyor.
Weidel, Almanya’daki göçmen kökenli yurttaşların, Merz’in sözünü tutmayıp yeniden AfD ile iş birliği yapabileceğinden endişelidir. Ekonomist olan Weidel, 1979-1990 yılları arasında Birleşik Krallık’ı yöneten Margaret Thatcher’ı idol olarak alıyor. Weidel, Thatcher’ın “düşük vergi, düşük devlet sübvansiyonu, yüksek özelleştirme” yaklaşımını benimsemiş durumda. 2013 yılında kurulan AfD’ye katıldığında, parti Avrupa Birliği’ne (AB) kuşkuyla yaklaşan ve liberal bir parti imajı taşıyordu. Ancak zamanla sağ popülist bir tutum benimsediği yönünde yorumlar yapılıyor. Weidel, partisinin aşırı sağcı olmadığını savunsa da, geçmişte Nazi sloganları kullanan partinin Thüringen lideri Björn Höcke’yi koruyan açıklamalar yapmıştır.
Provokatif bir üslup benimseyen Weidel, 2018 yılında tüm mültecileri “finanse edilen bıçaklı adamlar” olarak nitelendirerek tepki toplamış, Müslüman çocukları için “baş örtü kızları” ifadesini kullanarak tartışmalara yol açmıştır. “Baş örtü kızları” ifadesiyle Almanya’nın muhafazakâr İslam ile bir sorunu olduğunu vurgulamak istemiştir. Weidel, 45 yaşında olup, evli olduğu Sri Lankalı kadınla ve evlat edindiği iki çocuğuyla İsviçre’de yaşamaktadır ve lezbiyenliğini gizlememektedir. Ancak, partisinin izlediği aşırı sağcı çizgi ile kendi yaşam tarzı arasındaki çelişki, eleştirilere sebep olmaktadır. Weidel, AfD’de kendini “çok iyi” hissettiğini belirterek, “çoğunluğun refahının” önemli olduğunu ifade etmiştir. AfD’nin parti programında ise açıkça, ailenin bir kadın ve bir erkekten oluştuğu belirtilmektedir.
Weidel’a yönelik bir diğer eleştiri de, ikamet yerinin Almanya’nın yanı sıra İsviçre olmasıdır. Ailesiyle Almanya’da yaşamayı tercih etmeyen birinin, ülkeyi aşırı muhafazakâr bir anlayışla yönetmeye talip olması, birçok çevre tarafından çelişkili bir tavır olarak değerlendirilmektedir.
GURBET HABER